9.8.12

Özgürlüğe Doğru Kölelik

   İnsanoğlu özgürlüğün ne olup ne olmadığını uzun zaman önce unuttu.Ünlü efsanemize göre esaretin zincirlerini kıran ilk insan Havva, düzen bozan olarak mimlendi ve ceza aldı.O gün bugündür özgürlüğe ulaşmaya çekindik, ulaşmak istemedik bile.Çünkü özgürlüğün bir bedeli vardı.Bu bedeli ödeyecek yürek ise, hiçbirimizde yoktu.

    "İnsanlar kendilerinden farklı düşüneni aralarında barındırmak istemez."

   Gerçekte ise, özgürlük bir yalandır.Bazı kimselerin insanları kendi saflarına çekmek için uydurdukları bir yalan.Savaşlar neden kazanılmalıdır? Özgürlük için.Ama aslından sorulması gereken şu: Savaşlar ya da diğer anlaşmazlıklar neden çıkar? Birilerinin özgürlüğünü almak için.Savaş meydanlarındaki bir avuç kandırılmış insan, başkanları rahat koltuğunda otururken, birbirlerinin özgürlüğünü almaya çalışırlar.Aslında bu kendi istedikleri değil, onlara yaptırılan şeydir.Özgür olacaklarını sanırken, büyük güçlerin kölesi olmuşlardır.

   Kölesi olduğunuz güçler, sizin dini inancınızdan okuduğunuz yazarlara kadar her şeyinizi etkiler ve yönetir.Siz bunların kendi seçimleriniz olduğunu sanırken, köle olduğunuzu fark etmezsiniz.Görmenizin "yasak olduğu" şeyler, demirlerin arkasındadır.Yeni şeyler keşfetmeniz engellenir, çünkü eğer keşfederseniz düşünceniz değişebilir.Düşünceniz değişirse, büyük güçler kaybeder.

 "Kim olursanız olun, eninde sonunda bir fikrin, bir inancın, bir devletin ve hatta kendinizin kölesi olacaksınız."

   Egosunun kölesi olan büyük güçlerin egemenliğinden çıksanız bile, özgürlüğe ulaşma fikrinin kölesi olursunuz.Özgürlük fikrinin kölesi olmak, özgürlüğe ulaşma yolundaki belki de en güzel engeldir.En sadık köleler, özgürlüğün kölesidirler.

1.8.12

Sevmek

   Küçük bir çocuk herkese gülümseyebilir, herkese rahatça dokunabilir.Çünkü içinden geldiği gibi davranır.Sevmek, içinden geldiği gibi davranmak, yapmacıksız olmaktır.
   Bir yetişkin olurken edindiğimiz korku, kin, intikam gibi duygular sevgimizi kirletir.Küçükken hep korku duygusu yaşatılmak istenir.Korku beslememiz sağlanan kişilere ve şeylere içimizden geldiği gibi davranamayız ve onlara kin besleriz, içten bir saygı duymayız.Bize zarar verdiklerinde intikam almak isteriz.Bu duygular, bizi kendimiz olmaktan uzaklaştırır.Bundan sonra, ne zaman birine sevgiyle baksak, korkmaya başlarız.
   Korkmayı bırakıp sevmeyi başarabilseydik eğer, karşımızdaki insanla özdeşleşebilir, onun duygu ve düşüncelerini hissedebilirdik.Saygımız, sevgimizden ileri gelirdi.

31.7.12

Güzellik Anlayışı

   Çirkin olduğunu düşündüğümüz şeyler bazı kimseler için güzel, çirkin olduğunu düşündüğümüz kimseler de kendileri için güzeldir.Güzellik-çirkinlik anlayışımız aynaya baktığımız ilk günden beri gördüğümüz manzaraya göre şekillenmektedir ve kendimize özgüdür.
   Bundan başka bu anlayışımızı şekillendiren diğer etken doğduğumuz yerdir.Kişi kırsal bir alanda doğmuş, şehirlerdeki manzaralardan çok daha farklı manzaralara bakarak büyümüşse, bir gün olup da şehre geldiğinde yeni manzarasına alışık olmadığından bir süre çirkin bulabilir.Neyse ki bu anlayış, bulunduğumuz yere göre değişip gelişebilir.Tıpkı çirkin bulduğunuz bir insana aşık olup, zamanla ondaki güzelliği keşfettiğinizi düşündüğünüz gibi...Aslında bulunduğunuz yerin güzelliklerini görmeye başlamaz, oraya alışırsınız.
   Mutlu olmanız, bulunduğunuz yeri, birlikte olduğunuz kişiyi ve kendinizi güzel bulmanıza bağlıdır.Yemek yerken bile güzel olmayan bir şeyi tercih etmezsiniz.Hayatınızı ve kendinizi kabullenmek, böyle mutlu olmayı tercih etmek için hayatınıza ve kendinize alışırsınız.
   Güzellik anlayışımızı şekillendiren başka bir olgu da medyadır.Çoğumuzun yaşadığı yeri sarmış olan reklamlar, televizyon ve sanal ağdaki yayınlar ve daha bir çok başka şey bize güzelin ne olduğunu söyler dururlar.A marka dondurma güzeldir, fakat pek reklamı yapılmayan B marka dondurma güzel değildir.B markadan hiç almamış olmanıza rağmen, A markayı en güzel dondurma ilan edersiniz, çünkü ona alışırsınız.Hayatımızın bir çok alanında bu şekilde kısıtlanırız.O ruj olmadan güzel görünemezsiniz, değil mi? Çünkü medya size öyle söylemiştir.O diş macununu ya da lazerli bilmem ne makinesini almadan dişleriniz beyazlamaz fakat, sabah kahvenizi almaya devam edersiniz.Çünkü sabahları kahve içmek uyanmaya yardımcı olur, medyada bununla ilgili bir çok yazı okumuşsunuzdur! Bir çok şeye bu şekilde bağlanırız.


    "Güzellik anlayışımız neyi tercih edip, neyi tercih etmeyeceğimizi belirler."

   Güzellik anlayışınızı şekillendiren şeyler, aslında araştırmanızı ve yeni şeyler keşfetmenizi engelleyen şeylerdir.Bu toplumda hepimizi aynılaştıran tehlikeli bir boyuttadır.
   Güzellik anlayışınızın nasıl şekillendiğini keşfettiğiniz an, onu değiştirme özgürlüğüne de sahip olacaksınız.

15.3.12

HERKES DÜNYASINDA YALNIZDIR

   Kimileri kabul etmek istemedi ya da görmezden geldi.Bazıları da telaşla seslerini yükselterek ört pas etmek istedi.Halbuki kimse sessizliğin en iyi cevap olduğunu düşünemedi düşüncesizlikten.Düşünceliler de modaya uyardı.
   Sessizlik iyidir.O curcuna, o telaş, o gürültü patırtı içinde renklerini en iyi gizleme yoludur.Ve bir an gelip tüm dudaklar sessizliğe büründüğünde gözler gerçeği olduğu gibi, hiç değiştirmeden belli eder, o dar kafalardan açılan birer gerçek penceresi gibi.Yeter ki pencereyi açmayı öğrenelim.
   Ama bu o kadar zor gelir ki kendilerini o dar odalarda hapseden canım insanlara...Değil pencereyi açıp taze havayı içine çekmek, perdeyi aralamak bile zordur!
   "Farklı fikirleri severiz." derler.Farklı olanı ararlar.Farklı fikirlere pencereyi kapatmaları, kendilerinden farklı olan insanlardan köşe bucak kaçmaları, bu cümlenin "moda" diye canım insanlarımın ağzına sakız, kulağına küpe olduğunu ortaya koyuyor.
   Biri çıkıp onların tutarsız fikirleriyle "tutuşan" bir cümle ortaya attığında, ters köşelerine ters geldiğinden şiddetle karşı çıkar, korkudan telaşlanır, seslerini yükselterek ört pas ederler ya da ettiklerini sanırlar.Susup düşünmeyi bilmez kimse.Halbuki küçükken hep bu öğretilmemiş miydi? İki dinle, iki izle, bir söyle.

25.2.12

Pembe Metrobüs Geliyor

   Saadet Partisi İstanbul İl Başkanı Selman Esmerer kadınların rahat yolculuk edebilmesi için pembe metrobüs seferleri düzenlenmesini istedi.Esmerer'in önerisine göre her 3-4 araçtan sonra 1 adet pembe metrobüs sefere konulacak.Kadın yolcular ister pembe renkli araçlarla, ister normal seferdeki araçlarla yolculuk edebilecek.Bu uygulamanın amacı kadınları rahat ettirmek ve tacizlerden korumak.Kadının cinsel bir nesne olarak görüldüğü bu toplumda, pozitif(olumlu) ayrımcılık yapmak, ne kadar eşitlik sayılır? Elbette hiç.
   Neden önce eğitim dizgesi(sistemi) düzeltilip de kadını cinsel nesne olarak görmeyen, doğru dürüst "adamlar" yetiştirilmiyor? Böyle yüzeysel uygulamalarla bu zihniyet değiştirilemez.Haremlik-selamlık yaratmak çözüm değildir.Bu zihniyete göre kadın zayıf erkeklerin tecavüz ederek, öldürerek kendini güçlü hissettiği bir nesnedir! Toplumdaki ilginç anlayış ise şu; bir kadın öldürülsün ya da tecavüz edilsin, suçlu olan yine kendisidir.Garip olan ise kadınların da böyle düşünüyor olmasıdır.O saatte dışarı çıkmasa öldürülmezdi, o kıyafetleri giymese tecavüze uğramazdı...Bu cümleler size tanıdık geliyor mu? Annenizden de duymuşsunuzdur bunları...Akşam haberlerinde çıkan bir tecavüz haberinde anneniz mutlaka demiştir; "Bak kızım, bu saatte dışarı çıkma.Sonra tecavüze uğrarsın.Fahişeler gibi giyinme." Ve "Neden?" diye sorma hakkınız elinizden alınır genelde.Düzen ne diyorsa odur.Ondan ötesi yoktur.Neden? O saatte dışarı çıkmak yasak mı? Siz erkek çocuklarınızı iyi terbiye edemediniz diye istediğimiz kıyafeti giyme özgürlüğümüz yok mu?
   Siz bunları sakın düşünmeyin.Bunlar sizi aşar.Siz pembe metrobüs seferleri düzenleyin.O dar kafalarla ancak bu kadar "geniş" bir çözüme ulaşılabilirdi zaten! Bir de mavi metrobüs çıkartın, erkekler için.O zaman da pembe olan mı, mavi olan mı önce gelecek, bunu düşünürsünüz!

 (Sanki kadını temsil eden renk pembe, erkeği temsil eden renk maviymiş gibi bu her yerde gözünüze sokulur.Kızlar için yapılan oyuncaklar pembedir.Kızlar oyuncak araba ile oynayamaz.Bu kafalarımıza böyle kazınmıştır.)

22.2.12

Önlemli Olmak

   Türkiye'de çocuk yetiştirmek zordur.Herkes kendince "en mükemmel" çocuğu yetiştirmeye çalışıyor.Ama sorun, ebeveynlerde değil, daha derin bir temelde yatıyor.

   En başta kimse sokak çocuklarını görmek istemez.Ama sokak çocuklarının ileride o yetiştirdikleri "mükemmel evlatlarının" başına bela olacağını akıl edemezler.Onların da kendi çocukları kadar eğitime ihtiyaçları vardır.Bu yüzden toplumda anne-baba olma bilincine erişen herkes, tüm çocukları kendi çocuğu olarak kabul etmelidir.Kendi çocuğu olarak kabul edemeyen ebeveyn olma bilincine erişmiş midir? Bu da ayrı bir tartışma konusudur.

   Durum böyle olsa bile "iyi bir genç" yetiştirmek mümkün müdür? Mesela toplu taşıma araçlarında gençler genellikle yaşlı ve hastalara yer vermez.Yer vermeleri için o "yaşlı amcanın" dengesini kaybedip yere düşmesi gerekiyor.Çünkü Türkiye'de işler böyle yürür...Asma köprünün yıkılıp yerine taş köprünün yapılması için birilerinin timsahlara yem olması gerekiyor.

   Bu çok ilkel bir anlayıştır.İlk insanlar da ateşin yakıcı olduğunu öğrenmek için önce ellerini yakmışlardır.Ülkemizdeki zihniyet de işte tam böyle.Hiç bir şeyin önlemi alınmaz.Ebeveynlerinin "mükemmel" olarak yetiştirmeye çalıştıkları çocuklar da daha küçükken bilinç altlarına(subliminal) bunu böyle işlerler...

19.2.12

RENKLER ve TATLAR

   İnsan neden var olduğundan beri farklılıkları kabullenmekte bu kadar zorlanmıştır? Herkes gibi düşünen, herkes gibi giyinen, herkesin yaptığını yapan bizdendir, "trendydir." Herkes gibi davranmak istemeyen ise dışlanır...
   Güzellik-çirkinlik, delilik-dahilik gibi kavramlar da bu şekilde yaratılmıştır.O diğerlerinden farklı olduğu için güzel ya da çirkin diye nitelendiririz.Ama mutlaka diğerlerinden farklı tutmak isteriz.
   Farklı düşünen insanları da ayırırız "sürüden." Belki "deli" diye aşağılanır, belki de "dahi" diye yüceltilir.Ama bir türlü aynı derecede tutulamaz.Hal böyle iken, farklı modellerdeki ayakkabıları aynı dolaba dizmek ne kadar da kolaydır "modayı takip edenler" için..
   Deli, geri zekalı(Hangi ölçüte göre geridir onun zekası?) ya da dahi olan insanlar, kendilerinden farklı düşünen bizleri kolayca kabul ederler ve kendileri gibi olmamızı beklemezler.Herkesin aynı olmaması gerektiğini anlamışlardır çünkü.
   Zaten Dünya'daki her şey aynı renk, her yiyecek aynı tat olsa ne kadar sıkıcı olurdu, değil mi? Birbirinin aynı ve robotlaşmış insanlar..Eskiden toplumdan daha fazla düşünen insan çıkardı.Bugünse herkes birbirine benzetilmeye çalışıldığından(moda vb.), "robot çağı" pek uzak görünmüyor.

18.2.12

Düşünmek ve Yenilenmek

   Dünya'daki her şey sürekli yenilenmektedir.

   İnsan da düşündüğü müddetçe yenilenecek ve değişecektir.En ufak bir düşünce bile, insanı "ufaktan" değiştirir.Her an eski düşüncelerimizi çöpe atar ve yenisini benimseriz.Her an değişir, yeniden doğarız.Zaman "kendini yok ettikçe" değil, düşündükçe değişeceğiz.Ama zaman ilerledikçe düşüneceğiz.

   Bazı insanlar hep aynı şeyleri düşünürler.Daha doğrusu hiç düşünmezler.Sadece düşünülmüş olan şeyleri izlerler, dünyaya seyirci kalırlar.Bu cennetin yanından geçip, içine girmemek gibidir.Düşünülmüş olan şeyleri izlemek ne demektir? Elbette bir şey öğretmeyen ve düşündürmeyen şeylerle ilgilenmekten bahsediyorum.Mesela televizyon dizileri... Hepsi de insanların kafasına tamamen gereksiz düşünceler dolduruyor ve bu dizileri izleyip, hiç düşünmeyen insanların hepsi birbirine benziyor.Kısacası aynılaşıyoruz.

   Düşünen insanlar ise; önce kendilerini, sonra dünyayı değiştirirler.Düşünmeyen insanlar ise buna da seyirci kalırlar ve sadece kabullenirler.Her an yeniden doğmaktan kendilerini mahrum ettikleri için de yeni dünyaya gözlerini açamazlar.Sizce bu "yaşayan ölü" tanımına uyuyor mu?

7.2.12

Zamanın Darlığı

   Zamanın içinde her şey değer kaybeder.


      Zaman, kendisini de yok eder.Bu yüzden her anı doya doya yaşamalıyız.Geçmişi düşünmek ve geleceği hayal etmek gereksizdir.Ölümden korkan insanlar, yaşamları yeteri kadar doyurucu olmadığı için korkarlar.Hepimiz sonsuza kadar yaşayamayacağımızı biliyoruz.Öyleyse ölümden korkmak yerine, her anımızı doyarak yaşamak gereklidir.Çünkü hayat, ölümden korkmaya fırsat vermeyecek kadar kısadır.Zaman, her anı yok eder.


      Zaman kendisini de yok ettiğine göre, doğum günlerini kutlamanın da bir anlamı yoktur.Çünkü geçmişte kalmış bir olaydır bu.O gün kutlanmalıydı, kutlandı ve bitti.Hatta ne zaman doğmuş olduğumuzun da bir anlamı yoktur.Şu an yaşıyorsak önemli olan budur.Zaten yaşamıyor olsaydık da bunu asla bilemeyecektik.

      Nasıl doğum günü kutlamaları gereksiz ise, ölen birini anmak da gereksizdir.Çünkü o çoktan ölmüştür zaten.Bunlar vakit kaybıdır.Ve hayat vakit kaybedilmemesi gerekecek kadar kısadır.