21.9.11

Davranış Problemi

   Davranışlarımızı şekillendiren nedir? Ahlakımız, bu ahlaka göre şekillenen hareketlerimiz ve belki de ailemiz...Ama hayır, bunların hiç birisi değil.Davranışlarımızı şekillendiren, toplum tarafından beynimize kazınan görgü kurallarıdır.
   İnsanlar artık doğallığını kaybediyorlar.Davranışlarımızı toplum tarafından belirlenen kalıplara göre şekillendiriyoruz.Peki ne kadarı içimizden geliyor? Leo Buscaglia; "Seven insanın doğal olduğuna da inanıyorum.Dünya'da en çok görmek istediğim şey, insanoğlunun başlangıçtaki doğallığına, duyumsadığı ve düşündüğünü olduğu gibi söyleyen, başkalarının duygu ve düşüncelerine kolayca uyum sağlayabilen küçük bir çocuğun doğallığına dönmesi ve insanların birbirleriyle yeniden ilgilenmesidir.Başkalarının nasıl olmamız gerektiğini öğreten kelimeleri bize öylesine egemen oluyor ki; gerçekte kim olduğumuzu unutuyoruz." der.Bu sözleri dikkate alıp, gerçekten anlayacak olursak, davranışlarımızın içimizden gelmediğini fark edebiliriz.
   Bir çocuk yetişkin bir insanla özdeşleşebilir.Onun duygu ve düşüncelerini hissedip anlayabilir.Küçük bir çocuk, görgü kuralının ne olduğunu da bilmez.Böylece hiçbir davranışı yapmacık değildir.Onlara görgülü olmayı değil de, sevmeyi anlatsaydık kendilerini bir başka insanla özdeşleştirip davranışlarını özgünce şekillendirebilirler.   Sevmeyi büyüdükçe unutuyoruz.Çocukken hepimiz bunu biliyoruz aslında.Sevmek, yaratıcımızın bize bir hediyesidir.Mesela bir çocuk annesi olmasa, var olmayacağının farkında değildir.Ama annesini sever.Bunu doğuştan bilmemize rağmen, başka fikirleri ve bilgileri kafamıza doldurarak, bunu bavulun en altına koyuyoruz.Böylece sevgiye ulaşabilmek için, birçok fikri bavulun dışına almamız gerekiyor.Yıllardır bize öğretilen görgü kuralları ve diğer bütün ahlaki kurallar, sevmeyi unutturan etkenlerdendir.Sevmeyi unutmasaydık, "görgülü olmak için" değil de, "içimizden geldiği için" teşekkür ederdik.Böylece duygularımıza daha kolay güvenebilirdik.Kararlarımıza güvenmeyi öğrenebilirdik.Bütün o danışmanlara, uzmanlara ihtiyacımız kalmazdı ve kendimize daha az sorun yaratırdık...

1.9.11

Bir Kesit

   Hepimiz bağlı olduğumuz daha büyük grubun çıkarlarını korumayı öğrenmişizdir.Hatta çoğu zaman, grubun çıkarlarını kendi çıkarlarımızdan daha üstün tutmayı önemseriz.Çünkü insan toplumsal bir hayvandır.Gerçekten de kendi varlığımız, toplumun varlığına bağlı olarak gelişmiştir.Fakat bir kere var olduktan sonra neden hala toplumun çıkarlarını önemsiyoruz? Eğer yanıt; "Kültürel gelişim, kişisel gelişim sağlamak için topluma bağlılıktan vazgeçmiyoruz." ise, eğer toplum olmasaydı bunların hiç birinin anlamı olmayacaktı diyebilirim.Bizi bunu anlamlı olarak görmeye iten toplumdur.Bu yüzden toplumun çıkarlarını kendi çıkarlarımızdan da üstün tutma ihtiyacı hissederiz.
   Savaşta insanları öldürmek toplum tarafından çok kahramanca bir davranış olarak görülür ve hatta ödüllendirilir.Ancak komşusunu öldüren bir adam katildir ve ahlaksız herifin tekidir.Kimse ona; "Neden bunu yaptın?" diye sormaz.Mahkemedeki yargılama dışında kimse bunu sorgulamaz.Sorgulama hakları yoktur ama, dedikodusunu yapma hakları vardır(!) O adam ahlaksız herifin tekidir...
   Ancak o "katili" yine toplum yaratmıştır, aynı, "kahramanları" yarattığı gibi...Savaşta "düşmanları" öldüren adam, toplum tarafından ödüllendirileceğini ve "kahraman" olarak görüleceğini bilir.Ama ne kendisi, ne de karşısındaki "düşmanlar" ; "Biz neden düşman olduk?" diye sormaz."Kahraman" askerler, kendi arkadaşlarını öldürmez.Çünkü onlar "dosttur" ve onları öldürürse cezalandırılacağını, "katil" olarak görüleceğini bilir.
   Komşusunu öldüren adama da kimse neden bunu yaptığını sormaz.O katilin de "kendince" nedenleri olduğunu anlamaz.Toplumun gözünde bütün "katiller" aynıdır.Çünkü herkes, "kahramanların" aynı olmasına kendini alıştırmıştır.Bir katil ise toplumun geri kalanından farklı bir şekilde düşünür.O "değerli filozoflar" gibi düşüncelerini yazarak ve konuşarak değil de, "öldürerek" ifade eder belki de.
   Küçüklüğünden beri ona ne öğretildiği de önemlidir.Düşünsenize, bir çocuğa reşit olana kadar "yok etmek" öğretiliyor...O çocuk sevgisini, korkusunu, nefretini, mutluluğunu en iyi "yok ederek" ifade eder, aynı küçüklüğünden beri edebiyatla iç içe olan birinin duygularını en iyi "yazarak" ifade etmesi gibi.
   Sizce bir "katilin doğuşunda" kendisi mi suçludur, toplum mu? Aynı şekilde, bir "kahraman" kimin "sayesinde" doğar?