21.9.11

Davranış Problemi

   Davranışlarımızı şekillendiren nedir? Ahlakımız, bu ahlaka göre şekillenen hareketlerimiz ve belki de ailemiz...Ama hayır, bunların hiç birisi değil.Davranışlarımızı şekillendiren, toplum tarafından beynimize kazınan görgü kurallarıdır.
   İnsanlar artık doğallığını kaybediyorlar.Davranışlarımızı toplum tarafından belirlenen kalıplara göre şekillendiriyoruz.Peki ne kadarı içimizden geliyor? Leo Buscaglia; "Seven insanın doğal olduğuna da inanıyorum.Dünya'da en çok görmek istediğim şey, insanoğlunun başlangıçtaki doğallığına, duyumsadığı ve düşündüğünü olduğu gibi söyleyen, başkalarının duygu ve düşüncelerine kolayca uyum sağlayabilen küçük bir çocuğun doğallığına dönmesi ve insanların birbirleriyle yeniden ilgilenmesidir.Başkalarının nasıl olmamız gerektiğini öğreten kelimeleri bize öylesine egemen oluyor ki; gerçekte kim olduğumuzu unutuyoruz." der.Bu sözleri dikkate alıp, gerçekten anlayacak olursak, davranışlarımızın içimizden gelmediğini fark edebiliriz.
   Bir çocuk yetişkin bir insanla özdeşleşebilir.Onun duygu ve düşüncelerini hissedip anlayabilir.Küçük bir çocuk, görgü kuralının ne olduğunu da bilmez.Böylece hiçbir davranışı yapmacık değildir.Onlara görgülü olmayı değil de, sevmeyi anlatsaydık kendilerini bir başka insanla özdeşleştirip davranışlarını özgünce şekillendirebilirler.   Sevmeyi büyüdükçe unutuyoruz.Çocukken hepimiz bunu biliyoruz aslında.Sevmek, yaratıcımızın bize bir hediyesidir.Mesela bir çocuk annesi olmasa, var olmayacağının farkında değildir.Ama annesini sever.Bunu doğuştan bilmemize rağmen, başka fikirleri ve bilgileri kafamıza doldurarak, bunu bavulun en altına koyuyoruz.Böylece sevgiye ulaşabilmek için, birçok fikri bavulun dışına almamız gerekiyor.Yıllardır bize öğretilen görgü kuralları ve diğer bütün ahlaki kurallar, sevmeyi unutturan etkenlerdendir.Sevmeyi unutmasaydık, "görgülü olmak için" değil de, "içimizden geldiği için" teşekkür ederdik.Böylece duygularımıza daha kolay güvenebilirdik.Kararlarımıza güvenmeyi öğrenebilirdik.Bütün o danışmanlara, uzmanlara ihtiyacımız kalmazdı ve kendimize daha az sorun yaratırdık...

1.9.11

Bir Kesit

   Hepimiz bağlı olduğumuz daha büyük grubun çıkarlarını korumayı öğrenmişizdir.Hatta çoğu zaman, grubun çıkarlarını kendi çıkarlarımızdan daha üstün tutmayı önemseriz.Çünkü insan toplumsal bir hayvandır.Gerçekten de kendi varlığımız, toplumun varlığına bağlı olarak gelişmiştir.Fakat bir kere var olduktan sonra neden hala toplumun çıkarlarını önemsiyoruz? Eğer yanıt; "Kültürel gelişim, kişisel gelişim sağlamak için topluma bağlılıktan vazgeçmiyoruz." ise, eğer toplum olmasaydı bunların hiç birinin anlamı olmayacaktı diyebilirim.Bizi bunu anlamlı olarak görmeye iten toplumdur.Bu yüzden toplumun çıkarlarını kendi çıkarlarımızdan da üstün tutma ihtiyacı hissederiz.
   Savaşta insanları öldürmek toplum tarafından çok kahramanca bir davranış olarak görülür ve hatta ödüllendirilir.Ancak komşusunu öldüren bir adam katildir ve ahlaksız herifin tekidir.Kimse ona; "Neden bunu yaptın?" diye sormaz.Mahkemedeki yargılama dışında kimse bunu sorgulamaz.Sorgulama hakları yoktur ama, dedikodusunu yapma hakları vardır(!) O adam ahlaksız herifin tekidir...
   Ancak o "katili" yine toplum yaratmıştır, aynı, "kahramanları" yarattığı gibi...Savaşta "düşmanları" öldüren adam, toplum tarafından ödüllendirileceğini ve "kahraman" olarak görüleceğini bilir.Ama ne kendisi, ne de karşısındaki "düşmanlar" ; "Biz neden düşman olduk?" diye sormaz."Kahraman" askerler, kendi arkadaşlarını öldürmez.Çünkü onlar "dosttur" ve onları öldürürse cezalandırılacağını, "katil" olarak görüleceğini bilir.
   Komşusunu öldüren adama da kimse neden bunu yaptığını sormaz.O katilin de "kendince" nedenleri olduğunu anlamaz.Toplumun gözünde bütün "katiller" aynıdır.Çünkü herkes, "kahramanların" aynı olmasına kendini alıştırmıştır.Bir katil ise toplumun geri kalanından farklı bir şekilde düşünür.O "değerli filozoflar" gibi düşüncelerini yazarak ve konuşarak değil de, "öldürerek" ifade eder belki de.
   Küçüklüğünden beri ona ne öğretildiği de önemlidir.Düşünsenize, bir çocuğa reşit olana kadar "yok etmek" öğretiliyor...O çocuk sevgisini, korkusunu, nefretini, mutluluğunu en iyi "yok ederek" ifade eder, aynı küçüklüğünden beri edebiyatla iç içe olan birinin duygularını en iyi "yazarak" ifade etmesi gibi.
   Sizce bir "katilin doğuşunda" kendisi mi suçludur, toplum mu? Aynı şekilde, bir "kahraman" kimin "sayesinde" doğar?

30.8.11

ESKİ - YENİ

   Yeni çağı kim yarattı?
   Elbette insanoğlu.


   Yeni çağdan kim şikayet ediyor?
   Elbette insanoğlu.


 Çağımız sorunlarını düşünüp duranlar, çözüm üretmek yerine, var olan sorunları yineleyip duruyorlar.Bir de insanların yaşadığımız çağı, geçmiş çağlarla kıyaslama özelliği var.Sanki eski çağlar, yeni çağdan daha üstünmüş gibi sürekli yeninin ne kadar çirkin olduğundan ve eskinin ne kadar güzel olduğundan bahsedilir.Belki de insanlar yeniliklerden korkuyorlardır.
 Bu öyle bir korku ki; insan kendini sevmese bile, değişmek istemiyor.Yeniyi daha çok sevebilirsiniz, ama denemediğiniz sürece hiç bir zaman bilemeyeceksiniz.
 Eskiden de elbette sorunlar vardı.Hatta tarih kitaplarında ağırlıklı olarak sorunlardan bahsedilir.Savaşlar, kıtlıklar, sefalet...Belki tarih kitaplarına geçmeyen güzel şeyler de vardı.Ama insanoğlu hiç değişmeyecek, hep güzel şeyler görmezden gelinecek.Sorunlardan bahsedilirken de, sadece sorunlardan bahsedilecek ve kimse çözümler üzerinde durmayacak.Çünkü insanoğlu yenilikten korkar.
 İnsanlar yaşadığımız çağı, geçmişle kıyaslarlar. "Eski bayramlar böyle miydi?" , "Eskiden komşuluk ilişkileri vardı, şimdi kalmadı?" gibi...Maalesef şikayet ettiğimiz o kadar çok şey var ki.Kimse yeni çağın güzelliklerini göremiyor.İleride insanoğlunun durumu daha da değiştiği zaman, bu kez de "2000'li yıllar böyle miydi?" denilecek.

   Çağları yaratan insandır.
   Çağların çirkinliğine duyulan öfke, insanoğluna kusulan kindir.

29.8.11

Hiç Bir Şey

   "Hepimiz büyümek için bağımsız olmak, başka hiç kimseye bağlı olmamak gerektiğine inanıyoruz.İşte bunun için de, hepimiz yalnızlıktan ölüyoruz." Leo Buscaglia

 İnsanlar kabullenmek isteseler de, istemeseler de birbirimize ihtiyacımız vardır.Ve hepimizin çekinmeden karşımızdaki insana; "Sana ihtiyacım var." diyebilmesi gerekir.
 Deneyimli olmakla övünen insanlar var.Hem de hiçbiri en büyük deneyimlerini, yaşamların kesiştiği noktada kazandıklarını düşünmemiş.Deneyimleriyle "övünen insanlar" başkalarından hiç bir şey öğrenemeyecek duruma gelirler.Düşüncelerine karşı çıkanları "uyumsuz" olarak nitelendirirler fakat, kendilerinin de karşılarındaki insanla uyumsuz olduklarını akıllarına getirmezler.
 Bu aşırı egoizmin ve kendine olan güvenin altında, aslında öz güvensizlik sorunu yatar.Bu insanlara, hayatta kendine önem verenin sadece o olmadığını ve onun da aslında sıradan biri olduğunu hatırlattığınızda kendilerini küçük düşmüş hissedeceklerdir ve savunmaya, hatta saldırıya geçeceklerdir.Kendilerine başka insanların aynasından bakamayan, at gözlüklü insanlardır bunlar.En ufak bir olumsuz eleştiriyi kaldıracak güçleri yoktur.

   Bütün o küçümsediğiniz insanlar olmasaydı deneyim kazanmanın, hatta var olmanın ne anlamı kalırdı?

 Size değer kazandıran her şey insanlardadır, insanlardır.Yalnızca onların küçüklüğüne değil, bir de sizin ne kadar küçük olduğunuza bakın.Uyanın, siz olmasaydınız bile yine her şey olduğu gibi olacaktı.Bu ağaçlar, bu kuşlar, bu rüzgar...Her şey olduğu gibi olacaktı.

   Sizi oluşturan şey nedir? Peki ya gerçekte sahip olduğunuz şey?

 Aslında insanlar birbirlerini oluştururlar.Bir şey düşünüyorsunuz...Bunu duyduğunuz sözlerden, okuduğunuz yazılardan ve gördüğünüz diğer her şeyden etkilenerek düşünüyorsunuz.Başka insanlar da sizin düşünceleriniz sayesinde düşünecek.
 İhtiyacınız olan tek şey insanlar ve kendi benliğiniz.Zaten sahip olduğunuz tek şey de bu.


25.8.11

Başka İş

Hep merak ederim
Nasıl sevişir kardelen çiçeğiyle kar
Ve kar damara nasıl akar,
Uzatıp başını ak yorgandan
Nasıl sessizce ortaya çıkar?
Oysa geldi de denemez
Şenlikleriyle bahar.

Benim bildiğim bahar
Çiğdemle başlar,
Bu işte belli ki
Başka bir iş var.
A. KADİR BİLGİN

Küçülen Toplumlar

 Toplumun kalıplarına sığmaya çalışan bireyler, kendilerini küçültürler.Hiç birimizin öz kişiliği, toplumun yüzyıllardır oluşturduğu kişiliğe benzemez.Hepimizin içinde bir yerlerde, farklı olmak ve farklı davranmak isteyen bir benlik vardır.Önemli olan bunu ortaya çıkarabilmektir.


 Toplum farklılıkları kabullenmekte zorlandığından olsa gerek, bu dışlanma korkusuyla kendi öz kişiliğimizi bastırmaya çalışırız.Ama elbette bazılarımız saklanmakta iyi değildir.Mesela bir travesti için pek de iyi şeyler söylenmez.Bu, travesti olmak isteyen bireylerin kendilerini toplum korkusuyla bastırmalarına ve toplumun "dar gelen" kalıbına sığmaya çalışmalarına neden olur.
 "İnsanlar, birbirlerinden farklı, eşi olmayan bireyler olmak için yüreklendirilirse, dünya nasıl bir yer olurdu, düşünebiliyor musunuz?
 Ama biliyor musunuz, bana öyle geliyor ki, bizim eğitim sistemimizin özü, bütün bireyleri birbirine benzetip aynı kalıba sokmak...Bunu başardığımızda kendimizi çok şanslı sayıyoruz.Her zaman böyle olduğunu görebilirsiniz.Öğretmenler şöyle düşünür: <Benzersizliğiniz beni ilgilendirmiyor.Ben, kendimi size yeterince sunmayı başarıp başarmadığımı öğrenmek istiyorum.Bana öykündüğünüz ölçüde başarılı bir öğretmen olmuşum demektir.> " Leo Buscaglia
 Öğretmenler belki de kendi egolarını tatmin ediyorlardır.O öğretmeni eğiten de yine kendisi gibi düşünen bir öğretmendi.İşte böylece toplumdaki farklılıklar ortaya çıkarılmak yerine, bastırılıp herkes aynılaştırılıyor.Öğrencilere nasıl bir birey olunacağı değil, insanı birey yapan şeyin nasıl bastırılacağı öğretiliyor.Bu belki de çağımızın hastalığı.
 İçindeki farklılığı keşfedip, korkusuzca bunu ortaya çıkarabilmek bana göre bir erdemdir.Kişiliğini bilmek ve bundan ödün vermemek, aynı zamanda öz saygının ve öz güvenin ne kadar yüksek olduğunu gösterir.
 İnsanlar aynılaştığı müddetçe sevmek ve umut etmek de zorlaşacak.Kişi diğerlerinin aynısı olduğunda, onun gibi bir başkasını sevmek zordur.Her ne kadar bir farkı olmasa da...Fakat diğerlerinden farklı bir insanı kaybettiğinde, o insanın benzer kişiliğine sahip birini sevmek kolaylaşır.İnsan onun gibi birinin tekrar karşısına çıkacağını ümit eder.

24.8.11

Yaşamak ve Korkmak

 Sevmenin tam tersi nedir?


 Nefret mi?


 Sevmediğimiz şeylerden nefret ederiz.Ya da nefret ettiğimiz şeyleri sevmediğimizi zannederiz.Düşünsenize gezmeyi seviyorsunuz ve Dünya turuna çıkmak istiyorsunuz.Ama çıkamıyorsunuz.Sizi sevdiğiniz şeyi yapmaktan alıkoyan nedir?
 Bir işiniz var ve çalışmak zorundasınız.Belki evlisiniz ve çocuk sahibisiniz.Tüm bunlar sevdiğiniz şeyi yapmayı erteletiyor.Aslında insanlar korktukları için sevdiği şeyleri yapamaz.

 Sevmenin tersi korkmaktır.


Düzeni bozmaktan korkarız.Ama bir yandan da hayatın kısa olduğunu biliriz.Yine de yaşamak istediğimiz şeyleri korkularımız yüzünden erteleriz ya da hiç yaşamamayı tercih ederiz.

 Hayatta biraz cesur olmak gerekmez mi?

19.8.11

Akıntı

Üflerim
Şiirin tüm gizini kulaklarına
Havalanır birden aklın
Akşamlar akar dudaklarına
Oturursun ortasına akıntının
Tut ki bir aşklığına çıldırdın.

Sokul yanıma
Çoğul mudur etin,
Gerçeklerden mi süzüldü
Kolunda duran cinnetin?

Haydi gel tedirginliğe
Son çağrımdır bu
Çıkarıver tüylerini
Bahar geldi.
 A. KADİR BİLGİN

17.8.11

Çocuk Masumiyeti

 Bir çocuğu parayla kandıramazsınız.O yine ağlar, o topu ister ama, paranızda değildir gözü.Ama büyükler öyle mi? Varsa yoksa para.Para için kalp kırarlar, haram para kazanmanın yollarını ararlar, hatta çalarlar, kandırılırlar...Onlar için Dünya adeta paranın etrafında döner, güneşin değil.Neden insan yaşlandıkça bu çocuk masumiyetini kaybeder? Onun aklına kazanma hırsını yerleştiren nedir? Dünya var olduğundan beri mi böyleydi, yoksa insan kendi mi yarattı bu duyguyu?
 İnsan ilk yaratıldığında hayatta kalma güdüsü vardı.Bu yüzden kazanırdı, acıktığında yiyeceği eti.Ancak zamanla ticaret başladı ve insan özünü kaybetti.Artık hiç bir zaman özüne dönemeyecek bu insanoğlu.Çağımızdaki hayatta kalma güdüsü, kazanma hırsı diyebiliriz.Savaşları o kazanmalı, parayı o kazanmalı, o kızı diğer erkeklerden önce o kazanmalı, kırdığı kalpleri o kazanmalı...Peki aslında kaybeden kim?
 Bir noktada kaybetmek de hayırlı olandır.Eski sevgilinizi kaybetmemiş olsaydınız, sizi daha mutlu eden bu yeni sevgilinize nasıl aşık olacaktınız? Elbet karanlıkların içinden yeni bir gün doğacak.Elbet bugün kaybetseniz, yarın yine kazanacaksınız.Belki kaybedilen çocuk masumiyeti de bir gün geri alınabilir...

13.8.11

Aynaya Bakmalı İnsan

 Çevrenize karşı ne tarz eleştiriler yöneltirsiniz? Yanlışları vurgulayan olumsuz eleştiriler mi; marifeti artıran, iltifata dayalı, olumlu eleştiriler mi? Doğru ve güzel davranışlardan duyduğumuz memnuniyeti karşımızdakine takdir sözlerimizle hissettirmediğimizde, o kişi bu davranışı daha az yapmaya başlar.Takdir ve onay sözlerimizi sunduğumuzda ise bu davranışı sahiplenir ve devam ettirmek ister.Çünkü hepimiz onaylanmak isteriz.Onaylanmadığımız yerde fazla durmayız.
 Diğer taraftan, bir insanı yeri geldikçe eleştirirseniz, belki de istemediğiniz tutumları bırakmasını sağlayabilirsiniz.Ama zorla istediğiniz gibi bir kişilik yaratamazsınız.Sadece kendinizi istediğiniz gibi değiştirebilirsiniz.Bu değişimde belki çevrenizin de etkisi olacaktır.İşte çevrenizdekiler de değişirken belki sizin etkinizde kalabilir.Bu nedenle karşımızdaki insanın bizi rahatsız eden tutumlarını kırıcı sözler yerine yapıcı bir tavır takınarak kendisine anlatmalıyız.Çünkü tatlı dil yılanı deliğinden çıkarır.
 Bu arada kendinize de karşınızdaki insanın gözüyle bakmayı ihmal etmeyin.O sizi eleştirirse, siz de onu dinlemelisiniz.Aksi takdirde ilişkiler bir çıkmaza dönüşebiliyor.Bu durum toplumsal yaşamın merkezinde bulunan ailede de kendini en etkili şekilde hissettiriyor.Eşine ve çocuklarına karşı daha olumlu tutum sergileyenler kazançlı çıkıyor.Onları eleştirip kendince "adam etmeye" , "nitelikli insan sınıfına sokmaya" çabalayanların ise eli boş kalıyor.




12.8.11

İletişim-sizlik

 İnsanlar konuşa konuşa anlaşırlar.Elbette bazen tartışırız.Tartışma dediğimizde bir çok kişinin ilk aklına gelen kavgadır.Ama burada benim bahsettiğim; bir duyguyu, düşünceyi tartışmak.Tartışırız, birbirimizi dinler ve bir sonuca varırız.
 Ancak internet ortamında yapılan tartışmalar(kavgalar dahil) bir iletişim-sizlik mi yaratıyor acaba? Karşınızdaki insan yazarken belki kitaptan okuyarak yazıyordur, kim bilir? Ya da bir arkadaşınızla anlaşamadığınız bir konuda tartışırken(ya da kavga ederken) derdinizi yazarak anlatmaya çalışmak bir işkence değil mi? Yazdığınızda derdinizi ne kadar anlatmış olacaksınız, bu da bir bilmece değil mi? Halbuki yanınızda olsaydı birbirinizi gerçekten dinleyerek, gerçekten anlaşabilirdiniz.
 Şimdi sorgulayalım: İnternet bir iletişim aracı mı, yoksa bir iletişimsizlik aracı mı?

Yazmak ve Anlaşmak

 Bilgi çağında yaşıyoruz artık."Akıllı" telefonlarımız, elektrik enerjisiyle çalışan otomobillerimiz, hatta akıllı evlerimiz var.Tüm bunları bir bilim-kurgu filminde görmüş olsaydım belki beni heyecanlandırabilirdi.
 Zamanımızda her şey hızlı gelişiyor.Metrolarımız sayesinde gideceğimiz yere hızlı bir şekilde varıyoruz.Fast-food restoranlarımız var, hızlı bir şekilde yemek yiyoruz.Haberleri internetten hızlı bir şekilde takip ediyoruz.Artık kimse gazete kokusunu özlemiyor.Bir tiyatrolarımız vardı tadını koruyan, onlar da artık televizyondan izlenebiliyor.
 İlişkilere çok hızlı bir şekilde başlıyoruz.Hızlı bir şekilde tanışıyoruz ya da tanıştığımızı sanıyoruz.Hızlı bir şekilde aramız bozuluyor ve birbirimizi hemen unutuyoruz.Ne de olsa internete girip bir çok insanla sohbet edebilir, tanımadığınız insanlarla arkadaşlık kurabiliriz.Ama yolda komşumuzu görsek, dönüp selam vermeyiz.
 Okulda hoşlandığınız biri olursa hemen "Facebook'dan" ekler, "Twitter'dan" takibe başlarsınız.Ama yanına gidip onunla konuşma  cesaretini gösteremezsiniz.Bunun yerine internet üzerinden "konuşursunuz".Sonunda ne olacak, biliyor musunuz? Hiç bir heyecan duymadan "konuşacaksınız", bir yerde buluşacaksınız.Belki o zaman da heyecan duymayacaksınız.Yüz yüze konuşarak kolayca çözebileceğiniz sorunlarınızı, internetten "konuşarak" arap saçına çevireceksiniz.Belki ayrılacaksınız.Bir gün -eğer hala birbirinizi engellememişseniz- "Msn'den konuşurken" size geri dönmek isteyecek.Diyeceksiniz ki; "İnternetten 'bulduğum' yeni bir sevgilim var." ya da geri dönseniz bile sarılıp o özlediğiniz kokusunu içinize çekemeyeceksiniz.
 Sanal ortamda karşımızdaki insanın gerçekliğinden nasıl emin olabiliriz? Yazıyor, fakat mimiklerini görmüyoruz.Konuşmuş mu oluyoruz yani? Kendimizi kandırmayalım.Yazışarak duygu ve düşüncelerimizi ne kadar ifade edebiliriz?
 Hız çağında yaşıyoruz.İlk başta hayatlarımız çok daha kolaylaşmış görünebilir, hatta sizi heyecanlandırabilir.Ama hiç bir e-posta, günlerce sevgiliden beklenen mektubun tadını veremez.

10.8.11

Bir Perdelik Oyun

        "Korkulacak bir yanı yoktur aşkların,
        insan bütün derilerden soyunabilseydi eğer."
         
         Can Yücel


   "Hiç sevmedim seni.Belki sen de beni sevdiğini söylerken sevmiyordun aslında."

 Uzun ilişkilerin ayrılık cümleleri böyle başlıyor artık..."Neden?" sorusu geliyor aklıma.İnsanlar neden bu kadar saf bir duyguyu böyle yalancı çıkartır oldular?

 Birbirimizi gerçekten tanıyabilseydik severdik belki de...Ama öyle bir maske takmışız ki yüzümüze...O maskenin altında öyle gizlenmiş ki ruhumuz.Yalandan tanıtır olduk kendimizi.Gerçek yüzümüzü gösteremiyoruz artık.Bu insanlara karşı oluşan bir güvensizlik mi içimizde? Rengimizi değiştirerek saklanıyor muyuz yoksa?

 Maskelerimizi çıkartamadığımız sürece hissettiğimiz duyguların gerçekliğinden nasıl emin olabiliriz.Sonuçta karşımızdaki insan gerçek yüzümüzü değil, maskemizi sevdi, maskemizden nefret etti ya da her ne hissettiyse maskemize hissetti.

  Yalandan sözlerle ifade ediyoruz, yalan duygularımızı...Sahte kelimelerle mısra mısra dizdik sahte hislerimizi.Öyle de bir inandık ki gerçekliğine.

  Daha da kötü olanı insanlar artık gerçekten aşık olamıyor.Belki istisnalar vardır...Umarım vardır.Ama onun dışındakiler bir perdelik oyun olmuş hayat sahnesinde...














9.8.11

Özgüvensizlik

 İnsanlar, karşılarındaki insanın düşüncelerini, hareketlerini -ikna etme yoluyla- nasıl etkileyeceklerini bilemediklerinde, hakaretler ve diğer seviyesiz hareketlerle saygısızlığa varan davranışlar sergilerler.
 Bunun özsaygı eksikliğinden kaynaklandığı apaçık ortadadır.Çünkü küçüklüğümüzden beri, başkalarının bize nasıl davranmasını istiyorsak bizim de onlara öyle davranmamız gerektiği öğretildi.Yani eğer karşınızdaki insan size hakaret ediyorsa, sizin de ona hakaret etmeniz pek de dokunmayacaktır.Çünkü zaten kendi kendisine saygısı olmayan bir insanla konuşuyorsunuz.
 Tüm bunların altında yatan neden ise özgüven eksikliğidir.
 İnsanlar karşılarındaki insanın davranışlarını etkileme gücünü kendilerinde bulamadıklarında saygısızlığa başlarlar.
 Ama özsaygısı olan bir insan, muhtemelen saygısızlık etmeyecektir.Özsaygısı olan bir insan, kendisine yapılan hakareti de kabullenemez.Bu yüzden başkalarına da hakaret etmez.Çünkü küçüklüğümüzden itibaren bize öğretilen şey; "başkalarının sana nasıl davranmasını istiyorsan sen de onlara öyle davran" kuralıydı.

8.8.11

Şiir Perisi - Can Yücel - Eğer şiiri

Şiir Perisi - Can Yücel - Eğer şiiri

DİRENİŞ

 Eski bir atasözümüz vardır, bilir misiniz?

 Öfkeyle kalkan zararla oturur.


 Maalesef sinirliyken yapılan hataların geri dönüşü olmuyor.Bazı insanlar da sinirlerini bir şeylerden ya da birilerinden çıkartmaya çalışıyorlar.Ama o bir şeye, ya da birine sahip olmasalardı onu elde etmek isteyeceklerdi.Elde edince neden değerini bilmez ki insan? Hele de kaybedeceğini biliyorsa...

 Kaybedeceğini bildiğin her şeyin kıymetini bil.Çünkü hiç birimizin zamanı geri getirmeye gücü yok.Geçmiş zamanda yapılan hataların geri dönüşü olmuyor.

 Çoğu insan sinirlendiğinde şeytanına hakim olamaz.Daha kötü olan ise maddi şeylere yüklenen değerdir.Böylece sinirli anlarımızda maddi şeyler için, manevi değerlerden vazgeçiyor olmamız.Buna direnmek gerekir.Şeytana diren.


 Sinirlendiğinizde bir aynaya bakın ve gülümseyin.Ya da üzüldüğünüzde...Aynada gözlerine baktığınızın "siz" olmadığınızı anlayacaksınız.

 Bense sinirli insanları alttan almaya çalışırım.

 Ben de şeytana uyarsam ne farkım kalır ki? Bir de sevdiklerimi şeytana teslim edip kaybettiğimle kalırım...

7.8.11

Davranışlar ve Duygular

 İnsanlar duygularını davranışlarıyla belli ederler.Kimisi yoğun duygularını ağlayarak ifade eder, kimisi gülümseyerek.Kimileri de ağlar mutluluktan.Bazı insanlar ise ya kendilerini kandırırlar ya da karşılarındaki insanı kandırmaya çalışırlar, olmayan duygularını varmış gibi göstererek...
 Bazen de toplum onları bu davranış "bozukluğuna" iter.Toplumun kalıpları ve kalıplaşmış kuralları...Kalıbın şeklinde olmayan insan, kalıba sığmaya çalıştığında şekli bozulacaktır.İşte toplum insanı kendi ahlaki kalıplarına sığdırmaya çalışırken, insanın kendine has ahlakı bozulur, yapmacık bir hal alır.Kısacası insanın şekli bozulur.
 Mesela bir öğretmen sınıfa girdiğinde herkes ayağa kalkar.Öğretmene gerçek bir saygı besleyenler de, beslemeyenler de...Eğer ayağa kalkmazlarsa öğretmen zorlar; "Ben gelince ayağa kalkacaksınız." der.Bu biraz da kendi egosunu tatmin etmek içindir.Hatta ileri giderek ayağa kalkmayan öğrenciyi saygısız olarak nitelendirir ve cezalandırmak ister.Saygısızlığın cezalandırılması mı gerekir?
 Yapmacık bir saygının değeri yoktur.Asıl cezalandırılması gereken, yapmacık davranışlardır.Ayrıca öğrenci, saygısını farklı davranışlarla gösteriyor olabilir.Elbette bu davranışlar saygıyı nasıl tanımladığına bağlıdır...
 Bu sistem insanı küçüklüğünden itibaren toplumun kalıbına sığdırmaya çalışır ve sorgulamasını, düşünmesini engeller.Farkı olanı da "herkesleştirir".Hepimiz ailelerimizden duymuşuzdur; "Büyüklerinin yanında böyle oturma." , "Sofrada konuşulmaz." gibi cümleleri.Bu insanın kendine has ahlaki değerler bütünü oluşturmasını engeller ve kişiliğini bastırır.
 Bu sadece saygı için değil, diğer tüm duygular için geçerlidir.Mesela sevgi için.Evli çiftlerde dahi, kadın daima eşinden bir demet çiçek, bir çift güzel söz bekler.Halbuki bu saçmadır! Adam sevdiğini belli etmek için illa ellerinde güllerle mi gelmesi gerekir? Ya da "Seni seviyorum." demeyen adam sevmiyor mu demektir? "Aldatan adam sevmez." der bazı kadınlar.Peki siz, özgüveni eksik olan adamı nasıl sevdiniz?

5.8.11

Rüya

 Bir geceye sığdırılan bir rüyadır aşk...Göz açıp kapayıncaya kadar geçen, nasıl geçtiği bilinmeyen bir rüya.Bunu bile bile gözlerimizi kapatırız bu rüyaya.Başladığı an gözümüz görmez olur gerçekleri.Bazen bir kabus, bazen tatlı bir rüyadır aşk.Bitmesini istemeyiz.Ama bu rüyadan uyanıp; gerçek hayata, gerçek aşka ulaştığımızda çok daha mutlu olacağımızı da biliriz.Bunu bile bile gelip geçici rüyalara gözlerimizi kapadığımızda gerçekleri görmek git gide uzaklaşır, zorlaşır.
  Belki yanıbaşındadır seni gerçekten mutlu edecek, seni hakeden kişi.Belki de şu an onunla berabersin.Eğer öyleyse kıymetini bilmelisin.
 Yıllar sonra geriye dönüp baktığımızda sahte, gelip geçici mutluluklar, aşklar yaşadığımızı görürüz.Gerçek aşkı isteriz, belki de yıllar önce umursamadığımız kişiyi özleriz.Zaman acımasızca yaşlandırırken ve çevremizdeki insanlar bir bir eksilirken yalnnızlığın kalesinde hapis kaldığımızı farkederiz.Ama geçmişe dönüşümüz olmayacağını da çok iyi biliriz.O yüzden yalnızca geçmişi özlemekle yetiniriz.Pişmanlık gözyaşları ruhu temizler mi?
 Gerçek  aşk yanıbaşında olmasına rağmen, gelip geçici mutlulukların yaşandığı rüyalara gözlerimizi kapatmaya devam ettiğimiz sürece, hediyemiz hüzünlerden bozma mutluluklar olmaya devam edecektir.


Seda AVCI
5.8.2011, İstanbul

4.8.11

Saygı nedir?

 Karşımdaki kişide ilk aradığım şey saygıdır.Bana göre saygı; biraz da mesafeli olmaktır.Yeni tanıştığım biri bana "siz" diye hitap etmiyorsa muhtemelen ileride de pek saygılı davranmayacaktır."Siz" diye hitap etmek istemiyorsa, yani çok mesafeli olmak istemiyorsa eğer, sözlerimi dikkate alarak dinlemesini ve alaysız cevaplar vermesini beklerim.İki kişi ancak bu şekilde anlaşabilir.
 Saygı, sevmenin de bir ön koşuludur.Bana karşı saygısız olan birisini hiç tanıyıp da sevmeye tenezzül etmem.Zaten genelde sohbetlerimizin sonu tartışmayla bitecektir.Ama elbette sevmek için de saygı tek başına yeterli değildir.Kişi önce kendisini sevebilmeli ki başkalarını da sevsin.Aynı başkalarına saygı duyabilmesi için önce öz saygısının olması gerektiği gibi.
 İnsanlar hep birilerini sevdiklerini söylerler.Kişiliklerine saygı duyulmuyor olsaydı, sözleri ve fikirleri dikkate alınmıyor olsaydı, bırakın sevdiklerini söyleme ihtimallerini, sevme ihtimalleri dahi kalmazdı.Yani sevip sevilme "ihtiyacı" aslında, kişiliklerini, egolarını tatmin etme ihtiyacından kaynaklanmaktadır.
 Bu ego, bencilliğe kaçmayan faydalı bir egodur.Kendi kişiliğini saldırılardan koruma dürtüsüdür.Bu da kişinin kendine duyduğu öz saygıdan kaynaklanır.Yani kişi eğer karşısındakine saygılı değilse, kendine de saygısı yoktur ve aslında tatmin edilmesi gereken "faydalı bir egoya" da sahip değildir.